Ümit Yardım: Suriye konusunda her türlü sürprize
hazırlıklı olunmalı!
Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ümit Yardım’a göre
Suriye konusunda AK Parti iktidarı şaşırtan adımlar atıyor ve
her türlü sürprize hazırlıklı olunması gerekiyor.
Gelecek Partisi’nin 'Düzensiz Göç' raporunu hazırlayan isimlerin
başında yer alan ve Suriye’de yoğun çatışmaların olduğu dönemlerde
Tahran ve Moskova’da büyükelçilik görevlerini üstlenen Gelecek
Partisi Dış Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ümit
Yardım Gazete Duvar’dan Serkan Alan’a bir röportaj verdi.
‘TÜRKİYE’NİN EN ÖNEMLİ SORUNLARINDAN BİRİ
DÜZENSİZ GÖÇ’
Gelecek Partili Yardım, hükümet ile Suriye rejimi arasındaki bir
görüşmenin temelleri iyi atılmazsa ortaya çıkacak durumun
maliyetinin çok yüksek olacağını belirtti. İktidar kanadından Suriye
konusunda Davutoğlu’na yöneliksuçlayıcı tutumu da değerlendiren
Yardım’ın Gazete Duvar’ın sorularına yanıtları şu şekilde oldu;
Gelecek Partisi, 'Düzensiz Göç' başlığı altında hazırladığı raporu
geçtiğimiz hafta kamuoyuna açıkladı. Bu raporun hazırlama
süreci nasıl gelişti?
Ü.Y- Çok uzun yıllardır Türkiye’nin gündeminde olan, geniş
tanımlamaları olan meseleyi "Düzensiz Göç ve Göçmenler" olarak bir
kavrama oturtmaya çalıştık. Düzensiz göçlerde, bu zamana kadar
yaşadığımız klasik gerginlik, iç çatışma, daha müreffeh hayata ulaşma
gibi nedenler dışında yeni faktörlerin de etkili olduğunu raporumuzda
söyledik. O nedenle Türkiye’nin ve uluslararası sistemin en önemli
sorunlarından biri düzensiz göç konusudur.
'ALTILI MASANIN ÇALIŞMASI RAPOR DEĞİLDİ'
Biz bunu iki kanattan yürüttük. Gelecek Partisi’nin de dahil olduğu
altılı masa bu konuda üç dört toplantı yaparak istişari çalışmalarımızı
sürdürdük. Bu konudaki görüşlerimizi derinleştirdik. Bu sayın genelbaşkanlarımızın bize, 29 Mayıs tarihindeki toplantılarında vermiş
oldukları bir görevdi. Ben de Gelecek Partisi adına o
komisyondaydım. Çok verimli çalışmalar yaptık, birbirimizin
yaklaşımını öğrendik ve birtakım notlarımızı da sayın genel
başkanlarımıza sunduk. Bu çalışma bir rapor tarzında değildi çünkü
görevimiz bunu hazırlamak değil, sadece istişarelerimizle ilgili
birtakım değerlendirmeleri genel başkanlarımıza sunmaktı.
Raporunuzda, bu meselenin bugünün "sorunundan" ziyade,
geçmişten başlayarak geleceğin de bir "sorunu" olduğunu, bu
meselenin böyle ele alınması gerektiğini ifade ediyorsunuz değil
mi?
Ü.Y- Evet. Çünkü bu sorunun geleceğini değerlendirebilmek için
bugününü ve geçmişte neden kaynaklandığını da bilmemiz gerekiyor.
Bu konuya ne sadece hukuk perspektifinden bakmak doğru ne de
sadece insan hakları perspektifinden bakmak doğru. Bu sorunun özü
bütün çerçeveyi bütün olarak görebilmek. Bu anlayış halinde bütün
bakış açımızla konuyu ortaya koymak istedik.
‘GENEL BAŞKANLARIMIZIN TALİMATI RAPOR
HAZIRLAMAK DEĞİLDİ’
Altılı masanın temsilcileri olarak oluşturulan 'Göç Komisyonu'
olarak bir araya geldiğinizi ifade ettiniz. Bunun bir rapor
olmadığını, görüş alışverişi yaptığınızı söylediniz. Bu komisyonun
kurulmasıyla altılı masanın mültecilerle ilgili ortak bir tavır
alacağı düşüncesi kamuoyuna yansımıştı. Sanırım bu açığa
çıkmadı?
Ü.Y- Bize genel başkanlarımızdan 29 Mayıs’taki toplantının ardından
verilen talimat bir rapor hazırlamak değildi. Böyle bir
yükümlülüğümüz yoktu. Altılı masa geçtiğimiz süreçte değişik
alanlardaki rapor hazırlama yükümlülüğünü kamuda reform ya da
seçim güvenliği gibi alanlarda uyguladı. Bizimkisi ise bu konuyu bilen
uzmanlar olarak bir araya gelip istişareler yapmaktı. Yeni hükümet
döneminde bunları nasıl fiiliyata geçirebiliriz diye görüş alışverişi
yapmaktı. Zaten bir rapor hazırlamadık. Bazı küçük notlar aldık.
Bunlar da özet notlardır, toplantı tutanağıdır. Örneğin milletimizin bukonuya verdiği önemi, halkımızın gündeminde olduğunu hepimiz
tespit ettik. Halkımızın bu nüfusu büyük bir fedakârlık göstererek,
büyük bir ev sahipliğiyle ağırlamakta olduğunun altını çizdik.
Ülkemizde misafir olarak bulunan bu insanların bütün şartlar
zorlanarak, yani elimizden gelen siyasi ve iktisadi katkılar yapılarak
anavatanlarına dönüşlerinin önemli olduğunu vurguladık.
Peki bu altılı masanın komisyonu toplantılarına devam edecek
mi?
Teorik olarak evet. Bunun kararını almadık. 29 Mayıs toplantısında
bize verilen talimat istişari ve açık uçlu görev olduğu için bana
sorarsanız bundan sonra da tabii ki devam edecek. Çünkü biz bir rapor
hazırlayıp defteri kapatmış değiliz.
‘ARADAKİ NÜANSLAR ZENGİNLİĞİMİZ’
Sizden bir gün önce DEVA Partisi de "Sığınmacı Sorunun
Çözümü ve Düzensiz Göçün Önlenmesi" başlığıyla bir eylem
planını açıkladı. İki raporu karşılaştırdığımızda örtüşen noktalar
ve örtüşmeyen noktalar var. Aynı masada çalışmalar ürettiğiniz
için bu konuda farklı düşündüğünüze dönük bir değerlendirme de
açığa çıktı. Sonucunuz aynı ama yöntemler mi farklı?
Ü.Y- Bugünlerde ziyaretlerde olduğumuz için DEVA’nın raporunu
çok geniş okuyabilmiş değilim. Ama genel hatlarıyla baktığımda
DEVA Partisi’nde de çözüm yönünde bir irade olduğunu, aslında
tespit ve değerlendirmelerimizin birçok noktada örtüştüğünü
memnuniyetle gördüm. Çok aşırı ve radikal çatışma alanı ben
görmedim. Yöntem olarak usül farklılıkları olabilir. Altılı masa
bünyesinde adı üstünde altı farklı siyasi parti var. Her birimiz ayrı
siyasi partileriz. Sadece sığınmacılarla ilgili değil dış politikada,
tarımda, ekonomide her ne kadar birlikte yürüyor olsak da farklı
yöntemler farklı politikalar tabii ki olacaktır. Bunlarda bir çelişki
görmüyorum. Farklılıkları da doğal olarak değerlendiriyorum. Önemli
olan şudur. Biz altı parti bir aradayız ve yepyeni bir Türkiye’yi inşa
etmek için bir araya gelmiş bulunuyoruz. Aradaki nüans farklılıklar
ise sadece zenginliğimiz olur.'İKTİDAR OLMA SORUMLULUĞUYLA ÖRTÜŞMEZ’
Suriye ve mülteciler konusu son dönemde Gelecek Partisi’nin
oldukça gündeminde. Bu dönemde Gelecek Partisi lideri Ahmet
Davutoğlu’na, 4 milyona yakın mültecinin Türkiye’ye gelişinden
sorumlu olduğu yönünde eleştiriler dile getiriliyor. Siz bu
eleştirilere nasıl yanıt veriyorsunuz?
Ü.Y- Bir kere bir ülkede iktidar olmak, yönetim sahibi olmak her
şeyden önce bir sorumluluk kavramıyla iç içedir. Öyle adımlar
atacaksınız ki bunun olumlu yönlerini sahiplenebilmek kadar olumsuz
birtakım yönleri varsa onu da sahiplenmeniz gerekiyor. Güllük
gülistanlık bir Türkiye içerisinde "bunu ben yaptım", "Onu şu yaptı"
gibi bir zihniyet her şeyden önce bir iktidar olma sorumluluğuyla
örtüşmez. Türkiye’de 20 yıllık bir iktidar sürecini yaşatan yönetim bu
şekilde düşünmüyor.
‘İYİ KOMŞULUK PROJESİNİN ÖNÜ KESİLDİ’
2010 yılından itibaren bu Suriye olaylarına bakmak lazım. Bir kitabı
son sayfasından ya da ortasından değil en başından okumak lazım.
Yaklaşık 50 yıldır Türkiye ve Suriye ilişkileri çok kötü idi. Çok büyük
gerginlikler, çatışmalar yaşanıyordu. Bunun sebebi Soğuk Savaş
döneminde Doğu ve Batı’nın çatışma alanlarından biri Türkiye ve
Suriye idi. 2010 yılında Türkiye’nin de girişimleriyle ve karşılığını
bulmasıyla, Suriye ve Türkiye çok önemli iş birlikleri açılımları
yapmaya, ortak kabine toplantıları yapmaya başladı. Ancak Orta
Doğu’nun bir gerçeği daha var. Böyle bir yakınlaşmayı tercih
etmeyen, bunu kendi çıkarları içinde engel olarak gören Orta Doğu’da
önemli aktörler var. Bunlar savaştan ve gerginlikten besleniyorlar.
Onlar bu iki halkın, milletin bütünleşmesini hazmedemediler. Ve
sahaya adamlarını sürdüler. Ben bunu bizzat yaşayan birisiyim. O
kritik dönemlerde ben Tahran ve Moskova gibi iki ülkede
büyükelçilik yaptım. O ülkelerin Suriye’deki gelişmelere nasıl
baktıklarını, hatta derin devletlerinin nasıl baktığını bildiğim için bu
sözleri nutuk çeker gibi değil bizzat yaşadığım için söylüyorum.
Sonuç olarak bu iyi komşuluk projesinin önü kesildi. Dolayısıyla biz
2010’daki süreci hatırlamazsak 2022 analizlerini eksik yapmış oluruz.'BU ÜLKENİN CUMHURBAŞKANI O DÖNEMDE YOK
MUYDU?'
Partinizin lideri Davutoğlu’na bugün yapılan eleştirilerin haksız
olduğunu mu ifade ediyorsunuz?
Ü.Y-Tabii ki. İktidar olmak demek hata ve sevaplarıyla bir yönetim
anlayışını bünyede sindirebilmektir. Bugün iktidarımız ve onlara
destek veren düşünce kuruluşları… Onlara şunu söylüyorum. 2009 ve
2010’daki görüşlerini, yazdıkları makaleleri hatırlamaları gerekmiyor
mu? Dolayısıyla o dönemdeki süreç şayet başarılı olmuş olsaydı, ki
çok arzu ederdim niye savaş olsun, başka ülkeleri de kapsayarak
şemsiye projesine dönüşseydi bugünkü iktidar böyle mi düşünecekti?
O zaman da "Ben yaptım" diye istismar etmeye çalışmayacaklar
mıydı? Bu yaklaşımlar iktidar olmak açısından çok doğru değil. Sayın
Davutoğlu 2009’daki yakınlaşmanın mimarıdır. Öte yandan da her
şeyi bir kişi üzerine olumlu ya da olumsuz yığmaya çalışmak da
bugünkü iktidarın en büyük zafiyetlerinden birisidir. Bu ülkenin
cumhurbaşkanı o dönemde yok muydu? Bir başbakan yok muydu?
Askeri yöneticiler yok muydu? Demek ki Türkiye’de bir iktidar yoktu
ki tek kişi bunları yaptı. Bu sonuca mı varacağız? Başarılı süreçlerin
sahibi belli ama bir süreç sekteye uğradıysa da sorumlusu belli. Böyle
bir yönetim tarzı olamaz.
Davutoğlu partinizin rapor toplantısında, Suriye bağlamında
iktidar kanadının kendisini sorumlu tutmaya dönük adımlar
attığını söyledi ve buna tepki gösterdi. İktidar bugün o dönem
yaşananlardan dolayı Davutoğlu’nu sorumlu mu tutmaya
çalışıyor?
Ü.Y- Evet. Bunu bazı yapılan açıklamalardan, yandaş basın denilen
çevrenin ifadelerinden çıkarıyoruz. Ama bu gerçek dışı. Bu tarihi
olayların akışına uygun değil. Bu başarı öyküsü olmuş olsaydı iktidar
çok farklı şekilde yorumlayacaktı.
'SURİYE’DEKİ REJİMİN MEŞRU OLUP OLMADIĞI
KONUSUNDA SORU İŞARETLERİ VAR'Altılı masanın hafta sonu yaptığı toplantının ardından Davutoğlu
sosyal medya hesabından, "9 yıl önce Suriye rejiminin Guta'da
gerçekleştirdiği kimyasal saldırıyı bir kez daha lanetliyor ve BM
tarafından savaş suçu olarak tescil edilen saldırıda hayatını
kaybedenleri rahmetle anıyorum. İnsanlık vicdanından koparak
barış inşa edilemez" paylaşımını yaptı. Gelecek Partisi mevcut
Suriye rejimine mesafeli mi? Bu rejimin iktidarını devam
ettirmesine karşı mı?
Ü.Y- Bu soruya evet ya da hayır yanıtından daha çok bakış açımızı
paylaşmak isterim. Sığınmacılar, Suriye dosyasının çözümü için
birbirine entegre süreçler var. Bugün Suriye’deki hükümet, rejim veya
devletin meşru olup olmadığı konusunda dünya küresel sisteminin bir
takım soru işaretleri var. Nedense gelişmiş ülkelerde bir tek insanın
bile hayatı büyük anlam taşırken öyle bir hale geldi ki Orta Doğu, yüz
binlerce insanın ölümüyle ilgili bir konu gündemde yokmuş gibi
konuşuluyor. Kimsenin "Suriye’de 500 bin kişi öldüğünden bize ne,
bunun üzerine sünger çekebiliriz" gibi bir yaklaşımda olmaması lazım.
‘İRAN VE RUSYA BÜYÜK SORUMLU’
Suriye’deki iç savaş döneminde bir sürü aktörün katkısı olmuştur. Ben
burada İran ve Rusya’yı en büyük sorumlular listesinde tutuyorum.
Öte yandan bütün analizler şunu söylüyor. Bu açığa çıkan tablodan
hem hükümet hem bazı radikal güçlerin hem de bahsettiğim iki
aktörün sorumlu olduğunu söylüyor. Hatta DAEŞ’in verdiği zaiyattan
çok fazlasını bu güçlerin yaptığını söylüyor. Karşımızda böyle bir
aktör var. Bunun her boyutunu sorgulamak lazım. Biz Suriye ile
ilişkilerimizin geçmişten çok daha güzel olmasını da arzu ediyoruz.
Çok daha yakın iş birliği içinde olunmasını da Suriye’nin toprak
bütünlüğünün olmasını da arzu ediyoruz. Böyle ilişkiler sistemine
geçebilmek için tek mesele Erdoğan ile Esad’ın görüşmesi değil.
Böyle bir gerçeklik yok.
'SORUN SİYASİ ÇÖZÜMLE AŞILAMADIĞI TAKDİRDE
3,7 MİLYON SURİYELİYİ NEREYE GÖNDERECEĞİZ?’Neden biz bütün çalışmalarımızda güvenli ve onurlu geri dönüşten
bahsediyoruz? Çünkü bu da siyasi çözümün önemli bir parçası. Bu
konular üzerinde durmazsak Esad ve Cumhurbaşkanı Erdoğan bir
sefer değil yüzlerce kez görüşseler de ortaya bir çözüm tablosu
çıkmayacaktır. Suriye yönetimi ülkesinin topraklarının yüzde 50-
60’ına hâkim. Kuzey’de yok. "Güvenli dönüş" diyoruz. Kuzey’deki
sorun siyasi çözümle aşılamadığı takdirde Türkiye’deki 3,7 milyon
Suriyeliyi nereye göndereceğiz? Kuzey’in üzerinden hava köprüleri
kurup Suriye’ye mi göndereceğiz? Kaldı ki Suriye yönetiminin de
bazı mesajlarında onların gelmemeleri noktasında baskısı var. Adeta
“içimizdeki safraları temizledik” konumundalar. Öte yandan
Türkiye’nin hâkim olduğu bölge sadece 10 bin kilometrekare. Ankara
ile Polatlı arasındaki mesafe kadar. 3,7 milyon insan siyasi çözüm
olmadan bu 10 bin kilometrekarelik alana mı sıkışacak? Tamam
liderler görüşsünler. İki lider görüşmesiyle bu sorunlar ortadan
kalkıyor derlerse biz buna neden itiraz edelim. Sadece Suriye’nin alt
yapısının oluşturulabilmesi için en mütevazı kaynaklar bile 500-600
milyar dolar gereğinden bahsediyor. Neredeyse Türkiye’nin bir yıllık
toplam dış ticaretinden daha fazla bir tutar. Bunları kim sağlayacak?
Bu konularda iki lider görüşsün diyenler sorunun cevabını verebiliyor
mu? Bunları bütünlük içinde görüp, güçlü diplomasiyle sahaya
girmenin önemli olduğunu düşünüyoruz.
‘KİŞİSEL OLARAK SEMPATİK DEĞİLİZ’
Öte yandan oradaki yönetime bakış açısı… Biz kişisel olarak sempatik
değiliz. Böyle bir muhatap olmak bakımından. Çünkü karşımızdaki
yapının, kendileri de muhalefeti suçlayacaktır ama, çok büyük bir
insan nüfusunun kaybının yaşandığı bir ülkenin yönetimi olduğunu da
hep hatırlamamız lazım.
‘SURİYE KONUSUNDA HÜKÜMET BİZİ ŞAŞIRTAN
ADIMLAR ATIYOR’
Son dönemde AK Parti iktidarının Suriye rejimiyle oluşturmaya
çalıştığı bir diyalog olduğu değerlendirmeleri yapılıyor. Siz bu
diyaloğu sürpriz olarak görüyor musunuz?Ü.Y- Biz normalleşme adımları altında çok da başarılı süreçlerin
olmadığını, Suudi Arabistan, İsrail, Mısır süreçlerinden görüyoruz.
Biz normalleşme çabalarına karşı değiliz. Ama anlık, kişisel, alt yapısı
iyice hazırlanmayan çabaların bir sonuç vermediği kanaatindeyiz.
Suriye konusunda hükümet bizi şaşırtan adımlar atıyor. Düne kadar
Türkiye’deki darbeden sorumlu tuttukları bir ülkenin yöneticisi gelip
Türkiye’de en üst düzeyde ağırlanabiliyor. Suriye konusunda da her
türlü sürprize hazırlıklı olunmalı. Biz hazırız. Ama iktidarımız bizi
şaşırtmayacaktır. Şayet zihinlerinde böyle bir düşünce varsa bunun
maliyetinin çok ağır olacağını, kolay kolay altından
kalkamayacaklarını, bu süreçlerin çok iyi hazırlanması gerektiğini,
özellikle Birleşmiş Milletler siyasi çözüm sürecinin devrede olması
gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.
'MALİYETİ ÇOK AĞIR TÜRKİYE’YE DÖNER’
Mısır konusunda ya da İsrail konusunda o ülkelerin basınından
gördüğümüz önemli tavizler almışlar. İsrail basını doğruysa
"Türkiye’den isteyip de alamadığımız bir şey normalleşme sürecinde
olmadı" diyor. Suriye ile atılacak bu tür alt yapısı olmayan bir adımın
maliyeti ne İsrail ile ne Suudi Arabistan’la ne de Mısır’la normalleşme
çabalarına benzemez. Bunun maliyeti çok ağır Türkiye’ye döner.
Ne tür bir maaliyeti kastediyorsunuz?
Ü.Y- Mesela İdlib konusunda bir sıkıntı doğduğunda, zaten bunun
tepkilerini bazı muhalif gruplar geçen hafta verdi, Türkiye bırakın 3,7
milyon insanı tekrar Suriye’ye göndermek, çok daha fazla sayıda
mülteci akınının tehdidi altına girecektir. Eğer bu işler planlı ve projeli
yapılmazsa bu olacaktır.
'HALKIMIZ HÜKÜMETTEN ÇOK DAHA İYİ BİLİYOR'
İktidarın Suriye konusundaki girişimlerinden “olumlu” bir
adımın çıkmayacağını düşünüyorsunuz. Peki bu adımlar seçim
adımı mı? Size göre durum nedir?
Ü.Y- Böyle bir adımın atılıp atılmayacağını bilmiyoruz.
Hükümetimizin dış politika alanını seçim süreci bağlamındakullanmaya çalışmaya eğilimli olduğunu biliyoruz. Artık dış politika
eskisi gibi halkımızın uzak durduğu bir alan değil. Eski dönemlerde
olsa dış politika başarıları hükümetler tarafından iç politikaya
evrilmek istenebilir ve bunda başarılı olunabilirdi. Geldiğimiz noktada
böyle bir Türkiye içinde yaşadığımızı hatırladığımızda halkımız
bırakın başarıyı bunun maliyetinin ne olduğunu hükümetten çok daha
iyi biliyor.
‘KRİZ ÜZERİNE KRİZ YAŞANIYOR’
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son dönemdeki dış politika
adımlarının seçim için katkısının olabileceği değerlendirmeleri de
yapılıyor.
Ü.Y- Ben buna katılmıyorum. Zihinlerinde böyle bir yaklaşım olabilir
ama dış politikadaki başarısız tablo buna izin vermeyecektir. Hangi
konuyu bir dış politika başarısı olarak aktarabilecekler? Ben bir örnek
bulmakta zorlanıyorum. Kriz üzerine kriz yaşanıyor. Önümüzdeki
aylarda çok ciddi bir kriz geliyor. NATO genişleme süreci… Geçen
aylarda yaşadığımız İsveç, Finlandiya konusu önümüzdeki aylarda
çok daha güçlü şekilde Türk dış politikasının gündemine gelecektir.
Eninde sonunda Türkiye bu iki ülkenin adaylığını da onaylamak
zorunda kalacak. Tablo net. Burada hükümet neyin başarısını
anlatacak? Hükümetin kalbinden ne geçerse geçsin dış politikanın
elverişli istismar unsuru olabileceğine şahsen inanmıyorum
hazırlıklı olunmalı!
Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ümit Yardım’a göre
Suriye konusunda AK Parti iktidarı şaşırtan adımlar atıyor ve
her türlü sürprize hazırlıklı olunması gerekiyor.
Gelecek Partisi’nin 'Düzensiz Göç' raporunu hazırlayan isimlerin
başında yer alan ve Suriye’de yoğun çatışmaların olduğu dönemlerde
Tahran ve Moskova’da büyükelçilik görevlerini üstlenen Gelecek
Partisi Dış Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ümit
Yardım Gazete Duvar’dan Serkan Alan’a bir röportaj verdi.
‘TÜRKİYE’NİN EN ÖNEMLİ SORUNLARINDAN BİRİ
DÜZENSİZ GÖÇ’
Gelecek Partili Yardım, hükümet ile Suriye rejimi arasındaki bir
görüşmenin temelleri iyi atılmazsa ortaya çıkacak durumun
maliyetinin çok yüksek olacağını belirtti. İktidar kanadından Suriye
konusunda Davutoğlu’na yöneliksuçlayıcı tutumu da değerlendiren
Yardım’ın Gazete Duvar’ın sorularına yanıtları şu şekilde oldu;
Gelecek Partisi, 'Düzensiz Göç' başlığı altında hazırladığı raporu
geçtiğimiz hafta kamuoyuna açıkladı. Bu raporun hazırlama
süreci nasıl gelişti?
Ü.Y- Çok uzun yıllardır Türkiye’nin gündeminde olan, geniş
tanımlamaları olan meseleyi "Düzensiz Göç ve Göçmenler" olarak bir
kavrama oturtmaya çalıştık. Düzensiz göçlerde, bu zamana kadar
yaşadığımız klasik gerginlik, iç çatışma, daha müreffeh hayata ulaşma
gibi nedenler dışında yeni faktörlerin de etkili olduğunu raporumuzda
söyledik. O nedenle Türkiye’nin ve uluslararası sistemin en önemli
sorunlarından biri düzensiz göç konusudur.
'ALTILI MASANIN ÇALIŞMASI RAPOR DEĞİLDİ'
Biz bunu iki kanattan yürüttük. Gelecek Partisi’nin de dahil olduğu
altılı masa bu konuda üç dört toplantı yaparak istişari çalışmalarımızı
sürdürdük. Bu konudaki görüşlerimizi derinleştirdik. Bu sayın genelbaşkanlarımızın bize, 29 Mayıs tarihindeki toplantılarında vermiş
oldukları bir görevdi. Ben de Gelecek Partisi adına o
komisyondaydım. Çok verimli çalışmalar yaptık, birbirimizin
yaklaşımını öğrendik ve birtakım notlarımızı da sayın genel
başkanlarımıza sunduk. Bu çalışma bir rapor tarzında değildi çünkü
görevimiz bunu hazırlamak değil, sadece istişarelerimizle ilgili
birtakım değerlendirmeleri genel başkanlarımıza sunmaktı.
Raporunuzda, bu meselenin bugünün "sorunundan" ziyade,
geçmişten başlayarak geleceğin de bir "sorunu" olduğunu, bu
meselenin böyle ele alınması gerektiğini ifade ediyorsunuz değil
mi?
Ü.Y- Evet. Çünkü bu sorunun geleceğini değerlendirebilmek için
bugününü ve geçmişte neden kaynaklandığını da bilmemiz gerekiyor.
Bu konuya ne sadece hukuk perspektifinden bakmak doğru ne de
sadece insan hakları perspektifinden bakmak doğru. Bu sorunun özü
bütün çerçeveyi bütün olarak görebilmek. Bu anlayış halinde bütün
bakış açımızla konuyu ortaya koymak istedik.
‘GENEL BAŞKANLARIMIZIN TALİMATI RAPOR
HAZIRLAMAK DEĞİLDİ’
Altılı masanın temsilcileri olarak oluşturulan 'Göç Komisyonu'
olarak bir araya geldiğinizi ifade ettiniz. Bunun bir rapor
olmadığını, görüş alışverişi yaptığınızı söylediniz. Bu komisyonun
kurulmasıyla altılı masanın mültecilerle ilgili ortak bir tavır
alacağı düşüncesi kamuoyuna yansımıştı. Sanırım bu açığa
çıkmadı?
Ü.Y- Bize genel başkanlarımızdan 29 Mayıs’taki toplantının ardından
verilen talimat bir rapor hazırlamak değildi. Böyle bir
yükümlülüğümüz yoktu. Altılı masa geçtiğimiz süreçte değişik
alanlardaki rapor hazırlama yükümlülüğünü kamuda reform ya da
seçim güvenliği gibi alanlarda uyguladı. Bizimkisi ise bu konuyu bilen
uzmanlar olarak bir araya gelip istişareler yapmaktı. Yeni hükümet
döneminde bunları nasıl fiiliyata geçirebiliriz diye görüş alışverişi
yapmaktı. Zaten bir rapor hazırlamadık. Bazı küçük notlar aldık.
Bunlar da özet notlardır, toplantı tutanağıdır. Örneğin milletimizin bukonuya verdiği önemi, halkımızın gündeminde olduğunu hepimiz
tespit ettik. Halkımızın bu nüfusu büyük bir fedakârlık göstererek,
büyük bir ev sahipliğiyle ağırlamakta olduğunun altını çizdik.
Ülkemizde misafir olarak bulunan bu insanların bütün şartlar
zorlanarak, yani elimizden gelen siyasi ve iktisadi katkılar yapılarak
anavatanlarına dönüşlerinin önemli olduğunu vurguladık.
Peki bu altılı masanın komisyonu toplantılarına devam edecek
mi?
Teorik olarak evet. Bunun kararını almadık. 29 Mayıs toplantısında
bize verilen talimat istişari ve açık uçlu görev olduğu için bana
sorarsanız bundan sonra da tabii ki devam edecek. Çünkü biz bir rapor
hazırlayıp defteri kapatmış değiliz.
‘ARADAKİ NÜANSLAR ZENGİNLİĞİMİZ’
Sizden bir gün önce DEVA Partisi de "Sığınmacı Sorunun
Çözümü ve Düzensiz Göçün Önlenmesi" başlığıyla bir eylem
planını açıkladı. İki raporu karşılaştırdığımızda örtüşen noktalar
ve örtüşmeyen noktalar var. Aynı masada çalışmalar ürettiğiniz
için bu konuda farklı düşündüğünüze dönük bir değerlendirme de
açığa çıktı. Sonucunuz aynı ama yöntemler mi farklı?
Ü.Y- Bugünlerde ziyaretlerde olduğumuz için DEVA’nın raporunu
çok geniş okuyabilmiş değilim. Ama genel hatlarıyla baktığımda
DEVA Partisi’nde de çözüm yönünde bir irade olduğunu, aslında
tespit ve değerlendirmelerimizin birçok noktada örtüştüğünü
memnuniyetle gördüm. Çok aşırı ve radikal çatışma alanı ben
görmedim. Yöntem olarak usül farklılıkları olabilir. Altılı masa
bünyesinde adı üstünde altı farklı siyasi parti var. Her birimiz ayrı
siyasi partileriz. Sadece sığınmacılarla ilgili değil dış politikada,
tarımda, ekonomide her ne kadar birlikte yürüyor olsak da farklı
yöntemler farklı politikalar tabii ki olacaktır. Bunlarda bir çelişki
görmüyorum. Farklılıkları da doğal olarak değerlendiriyorum. Önemli
olan şudur. Biz altı parti bir aradayız ve yepyeni bir Türkiye’yi inşa
etmek için bir araya gelmiş bulunuyoruz. Aradaki nüans farklılıklar
ise sadece zenginliğimiz olur.'İKTİDAR OLMA SORUMLULUĞUYLA ÖRTÜŞMEZ’
Suriye ve mülteciler konusu son dönemde Gelecek Partisi’nin
oldukça gündeminde. Bu dönemde Gelecek Partisi lideri Ahmet
Davutoğlu’na, 4 milyona yakın mültecinin Türkiye’ye gelişinden
sorumlu olduğu yönünde eleştiriler dile getiriliyor. Siz bu
eleştirilere nasıl yanıt veriyorsunuz?
Ü.Y- Bir kere bir ülkede iktidar olmak, yönetim sahibi olmak her
şeyden önce bir sorumluluk kavramıyla iç içedir. Öyle adımlar
atacaksınız ki bunun olumlu yönlerini sahiplenebilmek kadar olumsuz
birtakım yönleri varsa onu da sahiplenmeniz gerekiyor. Güllük
gülistanlık bir Türkiye içerisinde "bunu ben yaptım", "Onu şu yaptı"
gibi bir zihniyet her şeyden önce bir iktidar olma sorumluluğuyla
örtüşmez. Türkiye’de 20 yıllık bir iktidar sürecini yaşatan yönetim bu
şekilde düşünmüyor.
‘İYİ KOMŞULUK PROJESİNİN ÖNÜ KESİLDİ’
2010 yılından itibaren bu Suriye olaylarına bakmak lazım. Bir kitabı
son sayfasından ya da ortasından değil en başından okumak lazım.
Yaklaşık 50 yıldır Türkiye ve Suriye ilişkileri çok kötü idi. Çok büyük
gerginlikler, çatışmalar yaşanıyordu. Bunun sebebi Soğuk Savaş
döneminde Doğu ve Batı’nın çatışma alanlarından biri Türkiye ve
Suriye idi. 2010 yılında Türkiye’nin de girişimleriyle ve karşılığını
bulmasıyla, Suriye ve Türkiye çok önemli iş birlikleri açılımları
yapmaya, ortak kabine toplantıları yapmaya başladı. Ancak Orta
Doğu’nun bir gerçeği daha var. Böyle bir yakınlaşmayı tercih
etmeyen, bunu kendi çıkarları içinde engel olarak gören Orta Doğu’da
önemli aktörler var. Bunlar savaştan ve gerginlikten besleniyorlar.
Onlar bu iki halkın, milletin bütünleşmesini hazmedemediler. Ve
sahaya adamlarını sürdüler. Ben bunu bizzat yaşayan birisiyim. O
kritik dönemlerde ben Tahran ve Moskova gibi iki ülkede
büyükelçilik yaptım. O ülkelerin Suriye’deki gelişmelere nasıl
baktıklarını, hatta derin devletlerinin nasıl baktığını bildiğim için bu
sözleri nutuk çeker gibi değil bizzat yaşadığım için söylüyorum.
Sonuç olarak bu iyi komşuluk projesinin önü kesildi. Dolayısıyla biz
2010’daki süreci hatırlamazsak 2022 analizlerini eksik yapmış oluruz.'BU ÜLKENİN CUMHURBAŞKANI O DÖNEMDE YOK
MUYDU?'
Partinizin lideri Davutoğlu’na bugün yapılan eleştirilerin haksız
olduğunu mu ifade ediyorsunuz?
Ü.Y-Tabii ki. İktidar olmak demek hata ve sevaplarıyla bir yönetim
anlayışını bünyede sindirebilmektir. Bugün iktidarımız ve onlara
destek veren düşünce kuruluşları… Onlara şunu söylüyorum. 2009 ve
2010’daki görüşlerini, yazdıkları makaleleri hatırlamaları gerekmiyor
mu? Dolayısıyla o dönemdeki süreç şayet başarılı olmuş olsaydı, ki
çok arzu ederdim niye savaş olsun, başka ülkeleri de kapsayarak
şemsiye projesine dönüşseydi bugünkü iktidar böyle mi düşünecekti?
O zaman da "Ben yaptım" diye istismar etmeye çalışmayacaklar
mıydı? Bu yaklaşımlar iktidar olmak açısından çok doğru değil. Sayın
Davutoğlu 2009’daki yakınlaşmanın mimarıdır. Öte yandan da her
şeyi bir kişi üzerine olumlu ya da olumsuz yığmaya çalışmak da
bugünkü iktidarın en büyük zafiyetlerinden birisidir. Bu ülkenin
cumhurbaşkanı o dönemde yok muydu? Bir başbakan yok muydu?
Askeri yöneticiler yok muydu? Demek ki Türkiye’de bir iktidar yoktu
ki tek kişi bunları yaptı. Bu sonuca mı varacağız? Başarılı süreçlerin
sahibi belli ama bir süreç sekteye uğradıysa da sorumlusu belli. Böyle
bir yönetim tarzı olamaz.
Davutoğlu partinizin rapor toplantısında, Suriye bağlamında
iktidar kanadının kendisini sorumlu tutmaya dönük adımlar
attığını söyledi ve buna tepki gösterdi. İktidar bugün o dönem
yaşananlardan dolayı Davutoğlu’nu sorumlu mu tutmaya
çalışıyor?
Ü.Y- Evet. Bunu bazı yapılan açıklamalardan, yandaş basın denilen
çevrenin ifadelerinden çıkarıyoruz. Ama bu gerçek dışı. Bu tarihi
olayların akışına uygun değil. Bu başarı öyküsü olmuş olsaydı iktidar
çok farklı şekilde yorumlayacaktı.
'SURİYE’DEKİ REJİMİN MEŞRU OLUP OLMADIĞI
KONUSUNDA SORU İŞARETLERİ VAR'Altılı masanın hafta sonu yaptığı toplantının ardından Davutoğlu
sosyal medya hesabından, "9 yıl önce Suriye rejiminin Guta'da
gerçekleştirdiği kimyasal saldırıyı bir kez daha lanetliyor ve BM
tarafından savaş suçu olarak tescil edilen saldırıda hayatını
kaybedenleri rahmetle anıyorum. İnsanlık vicdanından koparak
barış inşa edilemez" paylaşımını yaptı. Gelecek Partisi mevcut
Suriye rejimine mesafeli mi? Bu rejimin iktidarını devam
ettirmesine karşı mı?
Ü.Y- Bu soruya evet ya da hayır yanıtından daha çok bakış açımızı
paylaşmak isterim. Sığınmacılar, Suriye dosyasının çözümü için
birbirine entegre süreçler var. Bugün Suriye’deki hükümet, rejim veya
devletin meşru olup olmadığı konusunda dünya küresel sisteminin bir
takım soru işaretleri var. Nedense gelişmiş ülkelerde bir tek insanın
bile hayatı büyük anlam taşırken öyle bir hale geldi ki Orta Doğu, yüz
binlerce insanın ölümüyle ilgili bir konu gündemde yokmuş gibi
konuşuluyor. Kimsenin "Suriye’de 500 bin kişi öldüğünden bize ne,
bunun üzerine sünger çekebiliriz" gibi bir yaklaşımda olmaması lazım.
‘İRAN VE RUSYA BÜYÜK SORUMLU’
Suriye’deki iç savaş döneminde bir sürü aktörün katkısı olmuştur. Ben
burada İran ve Rusya’yı en büyük sorumlular listesinde tutuyorum.
Öte yandan bütün analizler şunu söylüyor. Bu açığa çıkan tablodan
hem hükümet hem bazı radikal güçlerin hem de bahsettiğim iki
aktörün sorumlu olduğunu söylüyor. Hatta DAEŞ’in verdiği zaiyattan
çok fazlasını bu güçlerin yaptığını söylüyor. Karşımızda böyle bir
aktör var. Bunun her boyutunu sorgulamak lazım. Biz Suriye ile
ilişkilerimizin geçmişten çok daha güzel olmasını da arzu ediyoruz.
Çok daha yakın iş birliği içinde olunmasını da Suriye’nin toprak
bütünlüğünün olmasını da arzu ediyoruz. Böyle ilişkiler sistemine
geçebilmek için tek mesele Erdoğan ile Esad’ın görüşmesi değil.
Böyle bir gerçeklik yok.
'SORUN SİYASİ ÇÖZÜMLE AŞILAMADIĞI TAKDİRDE
3,7 MİLYON SURİYELİYİ NEREYE GÖNDERECEĞİZ?’Neden biz bütün çalışmalarımızda güvenli ve onurlu geri dönüşten
bahsediyoruz? Çünkü bu da siyasi çözümün önemli bir parçası. Bu
konular üzerinde durmazsak Esad ve Cumhurbaşkanı Erdoğan bir
sefer değil yüzlerce kez görüşseler de ortaya bir çözüm tablosu
çıkmayacaktır. Suriye yönetimi ülkesinin topraklarının yüzde 50-
60’ına hâkim. Kuzey’de yok. "Güvenli dönüş" diyoruz. Kuzey’deki
sorun siyasi çözümle aşılamadığı takdirde Türkiye’deki 3,7 milyon
Suriyeliyi nereye göndereceğiz? Kuzey’in üzerinden hava köprüleri
kurup Suriye’ye mi göndereceğiz? Kaldı ki Suriye yönetiminin de
bazı mesajlarında onların gelmemeleri noktasında baskısı var. Adeta
“içimizdeki safraları temizledik” konumundalar. Öte yandan
Türkiye’nin hâkim olduğu bölge sadece 10 bin kilometrekare. Ankara
ile Polatlı arasındaki mesafe kadar. 3,7 milyon insan siyasi çözüm
olmadan bu 10 bin kilometrekarelik alana mı sıkışacak? Tamam
liderler görüşsünler. İki lider görüşmesiyle bu sorunlar ortadan
kalkıyor derlerse biz buna neden itiraz edelim. Sadece Suriye’nin alt
yapısının oluşturulabilmesi için en mütevazı kaynaklar bile 500-600
milyar dolar gereğinden bahsediyor. Neredeyse Türkiye’nin bir yıllık
toplam dış ticaretinden daha fazla bir tutar. Bunları kim sağlayacak?
Bu konularda iki lider görüşsün diyenler sorunun cevabını verebiliyor
mu? Bunları bütünlük içinde görüp, güçlü diplomasiyle sahaya
girmenin önemli olduğunu düşünüyoruz.
‘KİŞİSEL OLARAK SEMPATİK DEĞİLİZ’
Öte yandan oradaki yönetime bakış açısı… Biz kişisel olarak sempatik
değiliz. Böyle bir muhatap olmak bakımından. Çünkü karşımızdaki
yapının, kendileri de muhalefeti suçlayacaktır ama, çok büyük bir
insan nüfusunun kaybının yaşandığı bir ülkenin yönetimi olduğunu da
hep hatırlamamız lazım.
‘SURİYE KONUSUNDA HÜKÜMET BİZİ ŞAŞIRTAN
ADIMLAR ATIYOR’
Son dönemde AK Parti iktidarının Suriye rejimiyle oluşturmaya
çalıştığı bir diyalog olduğu değerlendirmeleri yapılıyor. Siz bu
diyaloğu sürpriz olarak görüyor musunuz?Ü.Y- Biz normalleşme adımları altında çok da başarılı süreçlerin
olmadığını, Suudi Arabistan, İsrail, Mısır süreçlerinden görüyoruz.
Biz normalleşme çabalarına karşı değiliz. Ama anlık, kişisel, alt yapısı
iyice hazırlanmayan çabaların bir sonuç vermediği kanaatindeyiz.
Suriye konusunda hükümet bizi şaşırtan adımlar atıyor. Düne kadar
Türkiye’deki darbeden sorumlu tuttukları bir ülkenin yöneticisi gelip
Türkiye’de en üst düzeyde ağırlanabiliyor. Suriye konusunda da her
türlü sürprize hazırlıklı olunmalı. Biz hazırız. Ama iktidarımız bizi
şaşırtmayacaktır. Şayet zihinlerinde böyle bir düşünce varsa bunun
maliyetinin çok ağır olacağını, kolay kolay altından
kalkamayacaklarını, bu süreçlerin çok iyi hazırlanması gerektiğini,
özellikle Birleşmiş Milletler siyasi çözüm sürecinin devrede olması
gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.
'MALİYETİ ÇOK AĞIR TÜRKİYE’YE DÖNER’
Mısır konusunda ya da İsrail konusunda o ülkelerin basınından
gördüğümüz önemli tavizler almışlar. İsrail basını doğruysa
"Türkiye’den isteyip de alamadığımız bir şey normalleşme sürecinde
olmadı" diyor. Suriye ile atılacak bu tür alt yapısı olmayan bir adımın
maliyeti ne İsrail ile ne Suudi Arabistan’la ne de Mısır’la normalleşme
çabalarına benzemez. Bunun maliyeti çok ağır Türkiye’ye döner.
Ne tür bir maaliyeti kastediyorsunuz?
Ü.Y- Mesela İdlib konusunda bir sıkıntı doğduğunda, zaten bunun
tepkilerini bazı muhalif gruplar geçen hafta verdi, Türkiye bırakın 3,7
milyon insanı tekrar Suriye’ye göndermek, çok daha fazla sayıda
mülteci akınının tehdidi altına girecektir. Eğer bu işler planlı ve projeli
yapılmazsa bu olacaktır.
'HALKIMIZ HÜKÜMETTEN ÇOK DAHA İYİ BİLİYOR'
İktidarın Suriye konusundaki girişimlerinden “olumlu” bir
adımın çıkmayacağını düşünüyorsunuz. Peki bu adımlar seçim
adımı mı? Size göre durum nedir?
Ü.Y- Böyle bir adımın atılıp atılmayacağını bilmiyoruz.
Hükümetimizin dış politika alanını seçim süreci bağlamındakullanmaya çalışmaya eğilimli olduğunu biliyoruz. Artık dış politika
eskisi gibi halkımızın uzak durduğu bir alan değil. Eski dönemlerde
olsa dış politika başarıları hükümetler tarafından iç politikaya
evrilmek istenebilir ve bunda başarılı olunabilirdi. Geldiğimiz noktada
böyle bir Türkiye içinde yaşadığımızı hatırladığımızda halkımız
bırakın başarıyı bunun maliyetinin ne olduğunu hükümetten çok daha
iyi biliyor.
‘KRİZ ÜZERİNE KRİZ YAŞANIYOR’
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son dönemdeki dış politika
adımlarının seçim için katkısının olabileceği değerlendirmeleri de
yapılıyor.
Ü.Y- Ben buna katılmıyorum. Zihinlerinde böyle bir yaklaşım olabilir
ama dış politikadaki başarısız tablo buna izin vermeyecektir. Hangi
konuyu bir dış politika başarısı olarak aktarabilecekler? Ben bir örnek
bulmakta zorlanıyorum. Kriz üzerine kriz yaşanıyor. Önümüzdeki
aylarda çok ciddi bir kriz geliyor. NATO genişleme süreci… Geçen
aylarda yaşadığımız İsveç, Finlandiya konusu önümüzdeki aylarda
çok daha güçlü şekilde Türk dış politikasının gündemine gelecektir.
Eninde sonunda Türkiye bu iki ülkenin adaylığını da onaylamak
zorunda kalacak. Tablo net. Burada hükümet neyin başarısını
anlatacak? Hükümetin kalbinden ne geçerse geçsin dış politikanın
elverişli istismar unsuru olabileceğine şahsen inanmıyorum